Tevessül
Tevessül, bir þeyi vesile, aracý kýlmak demektir. Vesile ise, kendisiyle baþkasýna yaklaþýlan þey anlamýna gelir. Oysa “Bu zamanda Ýslâm ve sünnete mensub olanlar bilsin ki, birçok sebeplerden dolayý Ýslâm'dan çýkmaktadýrlar. Bunlar bazý þeyhler, Ali b. Ebî Tâlib, Mesîh hususundaki aþýrýlýklardýr... Meselâ, ey filân efendim bana yardým et, benim elimden tut, bana rýzk ver... ve benzeri sözler. Bunlarýn hepsi de þirktir ve sahibinin tövbe etmesini gerektirecek sapýklýktýr. Tövbe ederse ne âlâ; aksý halde öldürülür... Kendisi ile ALLAH arasýna, kendisine tevessül edeceði, onlara yalvaracaðý ve onlardan yardým isteyeceði vasýtalar koyan kimse, icmâen küfre girmiþtir.(Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire 1377/1957, s. 167.)”
Vehhâbîlerin, bu görüþleriyle sâlih kiþiler ve evliyayý kastettikleri açýktýr. Onlara göre, “tasavvuf Ýslâmi olmayan bir bidattir... Tarikat ise, baþkalarýný istismar etmek için bir vasýta ve mürþidin kendisini vesile ittihaz ettirmesine bir yoldur... Mutasavvýfanýn mükâþefe dedikleri þey tamamen asýlsýzdýr. Baþkalarýnýn kendi yoluna intisab etmelerini istemesi ise, din içinde din ihdas etmektir.(Vehhâbîler böyle söylemelerine raðmen, kendileri tam zýddý bir davranýþý sergilemiþlerdir. Nitekim "Ýbn Vehhâb, ‘bir kimse Peygamber'e tevessül ederse kâfir olur’, der. Kardeþi Þeyh Süleyman Ýbn Abdilvehhâb, âlim bir adamdý. Birgün kardeþine sordu: “Erkân-i Ýslâm kaçtýr?” O da, “beþtir”, cevabýný verdi. O da, “sen bunlara altýncýsýný ilâve ediyorsun, sana tâbi olmayý din erkânýndan sayýyorsun”, dedi. Bir diðeri ona “Ýslâm'ýn þartý müslümanlarý tekfir etmek deðildir”, demiþti. Bkz. Yusuf Ziya Yörukan, "Vehhâbilik", ÝFD., 1953-1/61-63.)“ Onlara göre, “Müslümanlar arasýnda, velilerin hayatta iken de, ölümlerinden sonra da tasarruf sahibi olduklarýna inanýp himmetlerini dilemekte ve onlara tevessül etmekte olanlar vardýr. Kabirlerine gidip, kerametlerini delil göstererek dilekleri için yalvarmaktadýrlar. Onlarýn gavs, kutup, abdal, kýrklar, yediler, üçler gibi mertebelere ayrýldýklarýný ve bunlara nezretmek ve kurban kesmenin caiz olduðunu söylemektedirler. Bu sözler tam anlamýyla ifrattýr. Bu söylerde ebedî helak oluþ ve azab vardýr... Bunlar Kitâb, imamlarýn akideleri ve ümmetin icmâina muhaliftir. Kur’ân-ý Kerîm'de, “Doðru yol kendisine apaçýk belli olduktan sonra Peygamber’den ayrýlýp inananlarýn yolundan baþkasýna uyan kimseyi, döndüðü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarýz. Orasý ne kötü bir dönüþ yeridir.” (Nîsâ, 115) buyurulur. Evliyanýn hayatlarýnda ve Ölümlerinden sonra tasarruflarýnýn bulunduðu hakkýndaki sözleri de, Yüce ALLAH’ýn “Göklerin ve yerin hükümranlýðý ALLAH’ýndýr. ALLAH her þeye. kadirdir.” (Âl-i Ýmrân, 189) âyetini reddeder; çünkü ALLAH, yaratma, tedbir, tasarruf, takdir hususunda, tekdir... O halde ALLAH’tan baþkasýna yalvarmak küfürdür, þirktir ve sapýklýktýr(Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire 1377/1957, s. 168-172.).
Vehhâbilerin büyük imamlarýndan meþhur Ýbni Teymiye ve Ýbni Kayyýme'l-Cevzî gibi zatlar, Muhyiddin-i Arabî gibi büyük evliyâya karþý fazla hücum ettikleri ve güya Ehl-i Sünnetin mezhebini Þiilere karþý Hazret-i Ebû Bekir'in Hazret-i Ali'den faziletini müdafaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali'nin kýymetini çok düþürüyorlar. Hârika faziletlerini âdileþtiriyorlar. Muhyiddin-i Arabî gibi çok evliyâyý inkâr ve tekfir ediyorlar.
Muhammed b. Abdilvehhâb’in þefaat ve tevessül konusunda da, Ehl-i Sünnet’in anlayýþýndan farklý bir anlayýþa sahip olduðu açýktýr. Þöyle ki, Ehl-i Sünnet, þefaatin elbette ALLAH’a ait ve ancak O’nun izni ile olacaðýna Hz. Peygamber’in büyük ve küçük günah iþlemiþ mü'minlere þefaatinin hak olduðuna inanýr ve þefaat, Kitâb, Sünnet ve icmâ ile sabittir, der.
Ayrýca Vehâbîlerin, tevessülü ibâdet þeklinde anlayarak karþý çýkmalarý da yanlýþtýr; çünkü ibâdet, ALLAH’a tarifsiz bir inanç ile boyun eðmek, kulluk etmektir. Tevessül ise, bir þeye yaklaþmak, aracý kýlmaktýr. Görülüyor ki tevessülde, kesinlikle ubûdiyyet, yani kulluk bulunmamakta ve belki samimi bir hürmet söz konusudur. Bu hususta ashabýn Resûlullah’a tevessülü, bizzat O’nun baþkalarý için ALLAH’a tevessülü ve vefatlarýndan sonra da O’nun ve sâlih kiþilerin aracý kýlýnmasý, Ehl-i Sünnet’in tamamen benimsediði ve üstelik bütünüyle Kur’ân’ýn ruhuna uygun bir davranýþtýr(Örnekler için bkz. Abdülkerim Polat, Teymiyyecilik-Vehhâbilik, Ýstanbul 1977, 56 vd., 109 vd..).
Tasavvuf hakkýndaki gayr-i ciddî ve mesnetsiz iddialarýna gelince... Tasavvuf için burada uzun açýklamalara ihtiyaç hissetmiyoruz; çünkü tasavvuf, her þeyden önce Ýslâm’ýn özü ve ruhu demektir, özsüz ve ruhsuz dîn olmayacaðýna göre, Ýslâm'da tasavvufun olmasý fevkalâde tabiîdir. Kaldý ki mutasavvýflar, bu öz ve ruhun izahýný yapmaktan baþka bir gayeyi benimsememiþlerdir. Onlarýn bütün hedefi Kur’ân ve Sünnet’in, nefsânî arzulara göre deðil, ilâhî irâdeye göre izahý ve yaþanmasýdýr. ALLAH’ý görüyormuþçasýna ibâdet etmek ve O’na baðlanmak, aslýnda, Ýslâm’ýn tam anlamýyla içinde olmak demektir. Bu bakýmdan, Vehhâbîlerin, tasavvufun Ýslâmî olmadýðý yolundaki sözleri, baþtan sona bâtýldýr. Tasavvufun Ýslâmî olmadýðýný söyleyebilmek, her þeyden önce Ýslâm’ýn, yani Kur’ân ve Sünnetin “künhüne” nüfuz edememek ve bunlarý, vazgeçilmez hayat unsurlarý olarak bünyeleþtiremeyip iðreti mal gibi görmek demektir. Tasavvuf, insaný Kur’ân ve Sünnet’in temet hedefi içinde en iyi, en güzel ve en mükemmel þekilde anlamýþ ve böylece onun, ALLAH’la, kendi kendisi ve diðer insanlara münasebetini fevkalâde yüksek bir seviyeye yükseltmiþtir. Ýlimlerin medresesiz düþünülemeyiþi gibi, tasavvufun da tekkesiz düþünülmesi mümkün deðildir. Bu bakýmdan dinin yayýlýþýnda ve özellikle bizim tarihimiz açýsýndan, Anadolu’nun Ýslâmlaþmasýnda mutasavvýflarýn ve tekkelerin gördükleri büyük hizmeti hiç kimse görmezlikten gelemez. San’at, musikî, edebiyat, ahlâk, cesaret, doðruluk hususunda en mükemmel örnekleri sunan tekke, ayný zamanda “halka hizmet Hakka hizmet demektir” anlayýþýný kitlelere cömertçe sunmuþ ve Ýslâm’ý yaþanan ve yaþayan bir ahlâk ve nizam hâlinde teþahhus ettirmiþtir. Bütün müesseselerimiz gibi, tasavvuf ve tekkenin de, içinde yaþadýðý cemiyetin þartlarýndan tecrit edilmesi elbette düþünülemezdi. Cemiyetin diðer müesseselerinde görülen duraklama, gerileme ve hatta çöküþ, tekkelerde de görülmüþ; bir zamanlarýn bu canlý ve þuurlu kuruluþlarý, cehalet ve atâletin pençesine düþmüþtür. Bir müessesenin belli bir devresindeki hatalý tatbikata takýlarak, onu bütünüyle kötülemeye kalkýþmak, ancak cehaletin ve hatta bu muhteþem kuruluþtan korkunun bir tezahürü deðil de nedir? Aslolan Ýnsanýn dâim ALLAH’ýn huzurunda olduðunun þuuruna ermesidir; bunun pratiðini veren de tasavvuftur, tekkedir.
Burada tasavvuf, tekkeler ve velîlerin, Vehhâbîler karþýsýnda savunmalarýný yapacak deðiliz; çünkü onlarýn, büyük geçmiþleri ile buna kesinlikle ihtiyaçlarý yoktur. Onlar, baþkalarý ne derlerse desinler, “Sen de sabah-aksam Rablerinin rýzasýný isteyerek O’na yalvarmakla beraber sakýn (onlarla birlikte bulunmaða candan sabret). Dünya hayatýnýn süsünü isteyerek gözlerini o kimselerden ayýrma. Kalbine bizi anmayý unutturduðumuz ve iþinde aþýn giderek hevâ ve hevesine uyan kimseye uyma” (Kehf, 28) emrince, kendilerini ALLAH’a, þeklen deðil, asýllarýyla, yani kalben baðlamanýn yüceliðine ermiþ bahtiyarlar kafilesidir.
3. Bid’at:
Ýbn Abdilvehhâb, bid’at konusunda tamamen Ýbn Teymiye’ye uyar ve hatta ondan da aþýrý gider. Ona göre, “ALLAH’ýn Kitabý ve Resûlü’nün sünnetinde bulunmayan bir þeyi (bid’at) ortaya koyan kimse mel'undur ve ortaya koyduðu þey de reddedilir.” Nitekim “Sahîh hadîslere göre Resûlullah (s.a.s.) da, ‘Her yenilik bid’attir ve her bid’at sapýklýktýr’ buyurmuþtur” diyen Muhammed Ýbn Abdilvehhâb, bu hususta Ahmed b. Hanbel’in þöyle söylediðini nakleder: “(Hadîsleri) Senetlerini ve sýhhatini bildikleri halde Sufyân es-Sevrî (v. 161/777)’nin görüþlerine uyan topluluklara doðrusu þaþýyorum. Oysa Yüce ALLAH þöyle buyuruyor: “...O’nun buyruðuna aykýrý hareket edenler, baþlarýna bir belânýn gelmesinden veya can yakýcý bir azaba uðramaktan sakýnsýnlar” (Nur, 63). Muhammed Ýbn Abdilvehhâb devamla, “Fitnenin ne olduðunu biliyor musun? Fitne, þirktir” der(Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire 1377/1957, s. 385-387.).
Ýbn Abdilvdýhâb’ýn torunu Abdurrahman b. Hasan, Ahmed ibn Hanbel’den rivayet olunan bu görüþün açýklamasýnda ayrýca, Ýbn Abbâs’ý delil göstererek, “ALLAH’ýn sözüne uymayan ve Nebî (s.a.s.)'den baþkasýný ileri süren bizden deðildir” der. Onlara göre Kitâb ve Sünnet'te olmayan her þey, yani bid’atler, sapýklýk alâmetidir. Ayrýca “akâid konusunda kelâmcýlarýn, helâl ve haram konusunda fakîhlerin sözleri delîl olamaz.”
Ýbn Abdilvehhâb’ýn en korkunç ve hattâ þîrk olarak gördüðü bid’atlerin baþýnda mezarlar, türbeler ve bunlarýn ziyaretleri gelir. Onlarýn bu hususta ne derece haþin olduklarý, daha Uyeyne'de Zeyd b. el-Hattab’ýn mezarýný yýkýþlarýnda görülmektedir. Bu yüzdendir ki onlara, bir kýsým yazarlarca “Mâbed Yýkýcýlarý” adý bile verilmiþtir(Muhammed Ebû Zehra, Ýslâm'da Siyasî ve Ýtikâdî Mezhepler Tarihi, çev. E. Ruhi Fýðlalý – Osman Eskicioðlu, Ýstanbul 1970, s. 282.). Nitekim Dr. A. Vehbi Ecer, Vehhâbîlik cereyanýna hayranlýk duyan Ahmed Emin'den bu konuda þu nakilde bulunur(Ahmet Emin, Zu’amâu’l-Islâh fî Asrý’l-Hadîs, Beyrut ts., s. 19-20; A. Vehbi Ecer, Osmanlý Tarihinde Vehhâbî Hareketi, Doktora Tezi, Ankara 1976, s. 81.): “Müslümanlarýn Vehhâbîlere nefretini gerektiren bir husus vardýr. O da Vehhâbîlerin istilâ ettikleri bir ülkede fikirlerini zorla yerleþtirmeye çalýþmalarý. Ýnsanlarýn davetlerine inanmalarýný beklemeleridir. Mekke’ye girdiklerinde eserle ilgili birçok kubbeler (türbeler) yýktýlar: Hz. Hatice’nin türbesi, Peygamberimizin ve Hz. Ebû Bekir’in doðduðu evlerin kubbeleri, bunlarýn yýktýðý kubbelerin baþýnda gelir. Medine’ye girdiklerinde ise, ALLAH Rasûlü’nün kabri üzerinde bulunan birçok ziynet ve süsleri kaldýrdýlar. Bütün bu davranýþlar, Müslümanlarýn gazabýna ve onlarýn þefkatlerinin yaralanmasýna sebep oldu. Ýnsanlardan bazýsý, tarihî eserlerin kaybolmasýna üzüldü... Bazýlarý Ýslâmî þefkatin sembolü olan Peygamber’in mezarýnýn süslerinin yok oluþu için üzüldü. Böylece Müslümanlarýn gazabýný gerektiren sebepler deðiþti.”
Ýbn Abdülvehhâb’ýn mezarlarla ilgili görüþleri, tamamen Ýbn Teymiye'den gelmektedir. Onlar, Hz. Peygamber’in, “Þu üç mescidden baþkasý için (sevap umarak) yolculuða çýkýlmaz: Mescid-i Haram, þu benim mescidim ve Mescid-i Aksa”; “ALLAH, Yahudilere ve Hýristiyanlara lanet etsin. Bunlar peygamberlerinin mezarlarýný mâbed yaptýlar.”; “ALLAHým! Mezarýmý ibâdet edilen bir put kýlma. Peygamberinin kabirlerini mescid ittihaz edenlere, ALLAH’ýn azabý çok þiddetli olur” mealindeki daha birçok hadîsini delil getirerek, mezarlarda ibâdet edilmesini þirkle ayný seviyede görmüþlerdir. Hatta onlara göre, Ýbn Teymiye’nin görüþleri istikametinde, þirk koþmak için olmasa bile, mezarda namaz kýlmak, ALLAH ve Resûlü’ne isyan etmek, dine karþý gelmektir ve bunlar en büyük þirk, en korkunç bid’attir(Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, 299 vd..). Ayrýca Hz. Peygamber’in “Evlerinizi mezarlýk haline getirmeyin; kabrimi bayram yeri kýlmayýn. Bana salâvat getirin; çünkü salâvatýnýz nerede olursanýz olunuz bana eriþir” hadîsine göre, sevab umarak Hz. Peygamber’in kabrini daha ziyaret edip orada ibâdette bulunmak yasaktýr; þirke vesile olur. Mezar ziyareti, ayný zamanda puta tapýcýlýða da vesîle olabilir; çünkü puta tapýcýlýk mezar ziyaretinden çýktýðý gibi, Yahudi ve Hýristiyanlar da sýrf bu yüzden sapýlmýþlardýr. Mezarlar üzerine yazý yazdýrmak, türbe yaptýrmak ve saire de þirk ve ilhâda vesîle olan en kötü fiillerdir. Bu sebepten mezar ziyareti ve türbe yapýmý, ne þekilde olursa olsun, kesinlikle yasaklanmalýdýr. Böylece ölülere niyaz, tevessül, müneccimlere, kabirlere ve falcýlara inanmak tamamen bid’attir.
Peygamber’in hâtýrasýný ta'zîz, hýrka-i þerif, sakal-ý þerif ziyaretleri, bir bakýma ALLAH’tan baþkasýna tapmaktýr; dolayýsýyla þirktir. Delâil-i Hayrat okumak yasaktýr; çünkü bu, Peygamber’e ibâdet mahiyetindedir. Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirilir; ancak bunu bir ibâdet hâline getirmemek, “Seyyidunâ ve Mevlâna” dememek þarttýr. Bu sebepten makam ile ezan okumak, Ramazan, Cuma ve kandil gecelerinde, ezandan önce veya sonra tesbîh çekmek ve dua etmek de bid’attir.
Vehhâbîler, bid’attir diye birçok mübah olan þeylere hücum etmiþler, yasaklamýþlardýr. Meselâ mevlîd toplantýlarý bunlardan biridir. Buna göre mevlîd okumak, okutmak, sünnet ve nafile namazlarý kýlmak da Vehhâbîlerin yasakladýklarý þeyler arasýndadýr(A. Vehbi Ecer, Osmanlý Tarihinde Vehhâbî Hareketi, Doktora Tezi, Ankara 1976, s. 88.).
Nazar deðmemesi için nazar boncuða taþýmak, muska takýnmak, aðaç, taþ ve benzer þeyleri kutlu saymak, ALLAH’tan baþkasý için kurban kesmek, ALLAH’tan baþkasý için adak adamak, belanýn, hastalýðýn yok olmasý, güzel görünmek vesaire için boncuk, ip, hamaylý ve benzeri þeyleri takýnmak, sihir, büyü, yýldýz falý ve benzeri þeylere inanmak, sâlih kiþilere, evliyaya saygý gösterip ALLAH’tan baþkasýndan niyaz, dua ve yardým dilemek bid’attir, þirktir.
Vehhâbîlere göre, ALLAH’a þirk koþmanýn gizli ve manevî olaný da vardýr. Riya olarak namaz kýlmak, sofuluk etmek bu nevîdendir; çünkü bu iþler, ALLAH’tan baþkasýna gösteriþ için yapýlmaktadýr. Bir kimsenin sâlih adam gibi görünerek menfaat saðlamasý da þirktir. Dehre, havaya, rüzgâra sövmek þirktir.
Camilerin süslenmesi kubbe ve minare yapýlmasý, Hz. Peygamber zamanýnda olmadýðý için bîd’attýr. Ayrýca namazlarýn yalnýz kýlýnmasý da yasaklanmýþtýr. Beþ vakit namazýn cemaatle kýlýnmasý farzdýr. “Namazý terk eden kimse kâfirdir ve onlar hakkýnda dinden çýkmýþ (mürted) hükmü verilir.(Ahmed b. Nâsýr en-Necdî, el-Fevâkihu’l-Azâb fi’r-Reddi alâ men lem Yahkum bi’s-Sünneti ve’l-Kitâb (el-Hediyyetu’s-Sunniyye içinde), s. 66’dan naklen A. Vehbi Ecer, a.e., s. 86.)” Namazýn cemaatle kýlýnmasý mecburîdir.“ “Meþru bir özrü olmaksýzýn cemaatle namaz kýlmayýp münferiden namaz kýlanlarýn Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'ten hariç Þiîlere teþbih olunmasý, þiddetle kötülenmesi ve suçlanmasý” ve cami imamlarýnýn, namazlarýn sonunda cemaatýn teker teker yoklamasýný yapýp ihmalde bulunanlara, üçüncü defa tekerrürü halinde ta'zîr cezasýnýn verilmesi, Vehhâbîlerin davranýþlarý arasýndadýr.
Tütün ve kahve içmek Ýbn Abdüvehhâb’a göre çirkin ve kötü þeylerdendir. Sigara aðzýn tadýný bozar, çirkin koku sebebiyle soðan ve sarýmsaða benzer, üstelik insana da zararlýdýr ve hiçbir faydasý yoktur. Bu sebepten sigara veya nargile içenlere, sarhoþluk için olduðu gibi kýrk deðnek vurulur. Ancak Vehhâbîlerin bugün tütün ve nargile konusundaki yasaðý sürdüremedikleri görülmektedir.
Vehhâbîlere göre, bir baþka bid’at de delillerle ilgilidir. Onlara göre kesin delil Kur’ân'dýr. Kütüb-ü Sitte denen altý hadîs kitabýndaki dirayet ve rivayet yönünden sabit olan hadisler de delil olur. Þiîlerin, kelâmcýlarýn, mutasavvýflarýn, ahlâkçýlarýn dayandýklarý hadîsler mutlak surette mevzudur, delil olamaz. Kur’ân ve hadîse dayanan icmâ ve ictihad muteberdir; baþkasý geçerli olmaz. Aklýn delil olmasý söz konusu deðildir. Kur’ân ve Sünnet zahirî anlamlarýyla deðerlendirilir ve anlaþýlýr. Bu mânâda müteþâbihler de delildir; ancak zahiri ile ele alýnýr, ona göre mânâlandýrýlýr. Bu iþte aklý ve te'vîli iþe karýþtýrmak bid’attir, küfürdür.
ALLAH’ýn zâtý ve sýfatlan ile ilgili Kur’ân-ý Kerîm'de geçen âyetler, Vehhâbîlere göre, olduðu gibi alýnmalý; ister muhkem ister müteþabih olsun, zahirlerine göre mânâlandýrýlmalýdýr. Ümmet’in selefi, ALLAH’ýn zât ve sýfatlarýný bildiren müteþâbihleri te'vîle yanaþmamýþlar ve onlar ALLAH’ýn Kendini vasfettiði ve Resulü’nün de O’nu sýfatlandýrdýðý vasýflarýn varlýðýný temsil ve ta'tîle yanaþmaksýzýn kabul etmiþlerdir. Te'vîl bid’at ehlinin iþidir. Ýbn Abdilvehhâb’ýn, ALLAH’ýn zâtý ve sýfatlarý konusunda Ahmed Ýbn Hanbel’i taklîd ettiði aþikârdýr. Müteþâbihlerin ve ALLAH’ýn sýfatlarýnýn, zahir mânâlarýyla olduðu gibi kabul edilmesi, ALLAH’ý cisimlendirmek demektir. Ehl-i Sünnet bilginleri, bu hususta ALLAH’ýn sonradan olanlara benzemediðini ve dolayýsýyla ALLAH’ýn sýfatlarýyla ilgili müteþabih hükümlerin te'vîl edilmesinin, ALLAH’ý teþbih, tecsîm ve ta'tîlden tenzih için caiz ve hatta zarurî olduðunda birleþmiþlerdir(Örnekleri için bkz. Sayýn Dalkýran, Aklýn Büyük Yanýlgýsý Tanrýlaþtýrma, Ýstanbul 1995.).
Görüldüðü gibi, Vehhâbîlerîn þirk olarak gördükleri bid’atlerden çoðu, aslýnda göreneklerden kaynaklanan ve dinin aslý ile ilgileri bulunmayan davranýþlardýr. Bunlarýn, insanlarýn psikolojik dünyalarýnýn tabiî bir tezahürü olarak görülmeleri gerekir. Öte yandan Vehhâbîlerin mezar ziyaretine karþý çýkmalarý, tamamen dayanaksýzdýr; çünkü Resülullah (s.a.s.), kabir ziyaretlerinde bulunduðu gibi, ashâb ve selef de, Ýslâm’ýn baþlangýcýndan günümüze kadar kabirleri ziyaret etmiþler ve ta'zimde bulunmuþlardýr. Elbette kabirleri tapýnýlacak makam hâline getirmek haramdýr. Ancak unutulmamalýdýr ki, Ýslâm'da “ameller niyetlere göredir.” Hiç kimsenin bir kabri ziyareti sýrasýnda duyduðu huþu ve ta'zîmi, þirk olarak deðerlendirmeye hakký olmamasý gerekir; çünkü ziyaret, Ýslâm'da, ALLAH adýna yapýlan bir iþtir ve mü'minler de kime taptýklarýný bilirler, vasýta ile gayeyi birbirine karýþtýrmayacak derecede îmân salâbetine sahiptirler. Hâsýlý dîne ve imâna, mü'minlerin masum davranýþlarýna onlarýn gözüyle bakmak, her þeyden önce Kur’ân ve Sünnet’in esas aldýðý gayeyi anlamamak ve insanlýðýn dini olan Ýslâm’ý basit bir kabile dini haline sokmaktan baþka ne ile izah olunabilir?